6th Nisan, 2015 | by Ozan İlginoğlu
0Yazmak mı erdem, yazamamak mı?
Yazmanın da işe güce göre değiştiği mi olur, insan isterse yazar, istemezse yazmaz dediğinizi duyar gibi oluyorum. Hayatınızı yazdığınız kelime ve cümlelerden kazanıyorsanız düşündüğünüz gibi olmuyor. Bir rutin olarak yazdığınız içerisine kendi ruhunuzu koyamadıklarınız var, bir de tamamen içinde ruhunuzdan başkasına yer kalmayanlar. Belki de o yüzdendir, hayatını yazarak kazananların kendilerine ait bir sayfası (blog, defter, kitap vb.) olması…
Uzun zaman kendi ruhumun üflediğini yazamadığım dönemlerde sorarım kendime. “Yazmak mı erdem, yazamamak mı?” Cevabını o kadar sorduğum halde veremediğim bir durumdur. Örneğin 1 haftadır buraya yazmıyorum, daha doğrusu yazamıyorum. Ülkenin ruh hali delilikten hallice iyiyken, içinde yaşayan insanların hallice mutlu ve mesut olmasını bekleyemiyorsun. Hele linç halinin alıp yürüdüğü bir düzende kızgınlıkla birini vursan suç değil ama kızgınla bazı cümleler kurmak hapis yatmak için nedense erdem, merdem vız gelip, tırs gidiyor!
Yine de kulağıma ara ara Nietzsche‘nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabındaki bazı anekdotlar fısıldanmıyor değil!
Aldırmadan yazmış alimler, bilginler yüz yıllardır. Hep akıllarındaki soru başkasını anlamak değil, kendini anlamak üzerine kurulmuş… İnsan kendini anlamak yolunda tımarhaneye düşmüş, yine de yazmış! Hayatında alfabe bilmeyen insanlar ömrünü yazmaya vermiş insanlara işkence etmiş ama onlar yazmış. Demek ki yazmak kimi zaman hayata tutunmak çoğu zaman “ben” olmakmış…
Kendini bilen insanlarla yaşamak en kolayı çünkü kendini bilmek uğruna ne saatler harcıyor insan. Oysa ki en basit sorudur, kendini ne kadar tanıyorsun? Ama en zor cevaptır “tanıyorum” demek… Ya tanıdığını zannedersin, ya da beyin seni yine kandırıp en iyi arkadaşınmış gibi davranır. Bu durumda çoğu zaman yazmak erdem, bazen de yazamamak!