14th Kasım, 2014 | by Ozan İlginoğlu
0Ben Çeşme derim sen Sakız anlarsın
Sindire sindire yazılan yazılardan hatıralar silinmezmiş… Kim söyledi bu lafı diye düşünmeyin az önce bizzat kendim uydurdum. Gezi yazıları yazıyorum arada değince enteresan mailler almaya başladım. Bu mailler sağ olsun; gel, gez canın isterse anlat üzerine genelde…
Yazı yazmayı seven birisiyim malum işim bu zaten! Ama özellikle zevk aldığım, hafızama kazınmış şeyleri hızlı yazmayı sevmiyorum. Üzerinden zaman geçtiği halde hala düşündüğümde aynı tadı alıyorsam yazmaya karar veriyorum. Ve biliyorsunuz bu genelde hep övme üzerine değil, ne yaşandıysa o… Malum bir sponsora bağı olmadan yazmanın tadı da bir başka canım…
Eskiden blog yazmak iş değilken yani, firmalar yedirip, içirip yaz demediği zamanlarda herkes yaşadığını dobra dobra yazıyordu. Ama şimdi öyle mi? Google aramak için bir yer yaz ve çıkan yazıları oku. Sonra da o yazıya kanıp başına gelenleri yazanları oku…
Sevgili okuyucu bizde bu bahaneler yok. Bu yazı da sakız ile ilgili yaşanılan şeyleri okuyacaksın. İçinde kimi komik salaklıklar da fiyata dahil! Birazdan anlatılacak olanlar 6 – 7 Eylül tarihleri arasında yaşananları konu almaktadır, +18 hiçbir şey olmaması için elimden geleni yaptım.
6 Eylül 2014 sabahı
Sakız turu öncesi her yurt dışına çıkmaya çalışan Türk gibi pasaport sorununuz bulunmaktadır. Ama ekonomik kriz sonrası Yunanistan Türk turistlere bel bağlayınca “kapı vizesi” gibi uygulamalar ortaya çıktı. Kapı vizesi özellikle gidilecek Yunan adası kapısında alınan kısıtlı zamanı içeren vizelerdir. Ve ödenen para, ne yazık ki 6 ay “Schengen vizesi” için verdiğin para kadardır. Yok ben uğraşamam diyorsan zamanı geçmemiş bir pasaport ile soluğu bizim gibi Çeşme limanında alabilirsin. Biz bu kadar emek harcayacağız bari “Schengen vizesi” alalım diyenlerdeniz. Buraya kadar ki kısım dipnottu bilgine…
Sabah hususi aracımızla çıktığımız Çeşme yolculuğu, geminin kalkacağı saat olan 9.30’dan 1 saat önce orada olmamız ile sonuçlandı. Öncesinde liman girişinde yer alan Ertürk ve Egebirlik feribot şirketlerinden internet üzerinden online aldığımız biletlerin kontrolü yapıldı. Yine aklıma geldi bir parantez açayım Sakız’a gitmeden önce bir otel de yer ayırtmanız yararınıza olacaktır. Gideceğiniz aylara göre yer bulamama sorunu yaşamamak için Booking.com gibi sitelerden ucuza yer ayırabilirsiniz. Ben öyle yaptım ve Aegean Sea Rooms‘dan odamı ayırttım.
Ön kontrol sonrası biraz uzun bir kuyruğa girip, pasaport kontrolünü yaptırdık. Burada devletimizin aldığı 15 TL’lik harcımızı da kuzu kuzu yatırdık. Ve herkesin gözünün biranda 2 katı açılmasına neden olan Free Shop’un önünden geçerek gemiye doğru yol aldık. Özellikle Türkler, Sakız dönüşünü daha gitmeden hayal eder oldu. Tüm Sakız Adasını ellerinde ürünleri taşıyarak gezmemek için, sigara ve alkol stoklarına yapılacak yatırımları dönüşe sakladılar! Makul bir yaklaşım…
Yaklaşık 45 dakikalık püfür püfür bir yolculuk sonrası Sakız Adası’na merhaba dedik. Sakız limanına yaklaşırken görünen manzara Çeşme’nin 10 yıl önce zaman makinesi tarafından durdurulmuş haliydi… Aynı anda yüzlerce insan limana hücum edince yaklaşık 45 dakikalık pasaport kontrolü sonrası resmi olarak Sakız’a ayak bastık. Biz kalabalık bir grup olduğumuz için araç kiralamanın mantıklı olacağını düşündük. Motosiklet kiralayanlarda var. Ama bazı şirketler ehliyet konusunda sorun çıkartabiliyor. Biraz şansınıza kalmış ama iyi bir pazarlıkla araç kiralayabilirsiniz. Kendi ehliyetlerinizi kullanabilirsiniz.
Rotamızı biz çiziyoruz, ilk yolculuk Lagkada’ya
Sakız Adası’na ayak bastığınızda unutmamanız gereken şey, saat 13.00-17.00 arası siesta yapmaları. Bana ne, ne yaparlarsa yapsınlar demeyin. Sonra benim gibi otele giriş yapamazsınız saat 17.00 beklersiniz!
Limandan çıkar çıkmaz aracımızla 20 km’lik yolu 30 dakika da alarak bu küçük, şirin koy yerleşkesine geldik. Birbirinden farklı ve lezzetli tatlar sunan mekanların bir kordonda yan yana sıralanması ziyaretçileri cezbediyor. Özellikle iplere asılmış ahtapotları görünce şaşırmayın, birazdan masanıza gelecek siz de afiyetle yiyeceksiniz. Ahtapotların güneşte kurutulması ile yapılan bir meze aslında…
Aklınıza gelen her türlü deniz mahsulünü taze ve ucuza yiyebileceğiniz bu restoranlarda çalışanların Türkçe bilmeleri sizi daha mutlu edecektir. “Little little into the middle” cümleleri kurmanız da kimi zaman gerekmeyecek!
Lagkada aslında küçük bir koy köyü, restoranların yanından uzaklaştığınızda temiz ve sakin kumsal sizi karşılıyor. Doğruca denize atlayıp tadını çıkarabilirsiniz. Saat 13.00’dan önce otelinize gidip giriş yaptırmanız gerek yukarıda da söylediğimi gibi 17.00’a kadar beklersiniz.
Sakız içinde neler var?
Sakız’ın merkezinde geniş bir çarşı caddesi mevcut, aynı zamanda bu caddeye paralel kıyı şehirlerin olmazsa olması kordonu. Çeşme’yi bilenler için bu yerleşim şeklini çözmek pek fazla zaman almayacaktır. Çarşı caddesi üzerinde global markalar ve yerel dükkanlar mevcut. Ürünlere göre fiyat aritmetiği değişiyor. Yiyecek ve içecek konusunda hem kalite hem lezzet hem de fiyat açısından Çeşme’ye fark atıyor. Eserimizle övünsek az!
Kordon da bulunan mekanlar gündüz kafe saat 20.00’den sonra bar hizmeti veriyor. İçkinin ucuz olduğu mekanlarda sabahın köründen itibaren sarhoş Türkleri görmeniz olasıdır! Sakız merkezde yer alan kale ve kale içi eski yerleşim yerleri gezilebilir. Ama grup halinde değil yalnız gezmeniz önerilir. Yine merkezde yer alan cami şaşırtmasın sizi, malum daha 100 sene önce iki kıyı birarada yaşıyormuş. Ben oradayken cami restore ediliyordu.
Kordon caddesinde yer alan mekanların bir kısmı da deniz mahsullerini yiyebileceğiniz restoranlardan oluşuyor. Masadan kalkamayacak kadar yiyip içseniz dahi, kişi başı 20-40 erouyu geçmeyen hesaplar ödüyorsunuz. Damak tadınıza uygun her türlü şarap ve rakının yerini dolduramasa da yanından geçen uzo çeşitleri mevcut.
İyi bir yemek sonrası hafif bir çakırkeyif havası üzerinizde varken bara uğrayabilir, 2-3 saat zaman geçirebilirsiniz. Yedisinden yetmişine herkesin su gibi alkol tüketip, uyumayı seven bu insanlar cana çok yakınlar. Ama ülke olarak batmanın nedenlerini pek aramanıza gerek yok! Önünüzde işte o tablo…
Saatler 01.00 gösterirken otelime doğru yol aldım, yolda ellerinde içki kadehleri bağırarak şarkı söyleyen amcaları görünce “hayat size güzel” dedim. Anlamadılar ama olsun dedim ya… O amcalar sabah 07.00’e kadar otelin önünde muhabbet edip, gülerek şarkı söyleyerek sabahladılar. Ne enerji varmış o arkadaşlarda bravo! Ama nasılsa siesta var değil mi oh!
7 Eylül sırada ne var?
Sabaha kadar süren muhabbetlere kulak misafiri olurken beni tek teselli eden otelin balkonundan görünen muhteşem manzara. Kitap yazmak isteyenin, şarkı bestelemek isteyenin ve senaryo yazmak isteyenin ilk hedefi Sakız olmalı bence! Ayrıca konuşmayı seven bir halk Sakızlılar. Bir yer sorduğunuzda size oranın kuruluşunu ayak üstü anlatabilirler. Birden Muğla’da yol sorulan köylü teyzeler aklıma geldi. Onlarında ilk sorusu “sen kimlerdensin”olur?
Sabah erkenden kalkıp kordonda sakin sakin yürüdüm. Sonra gaza gelip bu yol nereye gidiyor diyerek yaklaşık 10 km yaptım. Şehir merkezi dışında marketler mevcut. Bu marketlerde ucuz; peynir, içki ve balık çeşitleri var. Aklınıza gelmeyecek fiyatlara aklınıza gelmeyecek ürünleri alıp çıkmanız an meselesi.
Pirgi ve Mesta’ya yolculuk…
Adanın merkezinde birbirine çok yakın bulunan bu iki ortaçağ köyü, bugüne kadar el değmeden korunmalarıyla tanınıyor. Yol boyunca sakız ağaçları size eşlik ederken, aracınızın radyosunda çalan sirtaki havaları zamana yapılan yolculuğu hatırlatıyor. Sakız ağaçları dibine konulan beyaz topraklar, hasatın başladığını müjdeliyor. Malum ağaçtan damlayan sakızlar yere düşmesin diye bu özel beyaz topraklar seriliyor.
Yolculuk sırasında ilk önce Pirgi’ye misafir oluyorsunuz. Pirgi evleri geometrik desenleri ve birbirine benzer estetik yapısı ile sizi sürekli fotoğraf çekmeye itiyor. Hatta instagram manyağı olmanız an meselesi. Balkonunda siyahlar giymiş rahibeleri andıran teyzeler size el sallarken, bana mı asılıyor havasına girmeyin. Misafire hoşgeldin demenin şekli bu alış artık! Ayrıca dul kadınlar gelenek olarak siyah giyerlermiş. Pirgi sokaklarının hepsi meydana açılıyor. Meydan da kafeler var. Tüm turistler solunuklanıp bir şeyler içebiliyor. Bisiklete binen çocuklar, küçük köy bakkalı ve daha fazlası… Nostalji burada yaşanıyor, hem de tüm köy ahalisi ile birlikte…
Soluklanman bittiyse şimdi rota Mesta’ya çevrildi, yetiş arkamızdan. Mesta tipik bir ortaçağ köyü, etrafı kalın ve yüksek kale duvarları ile çevrili. Sokaklar daracık ve bir at arabası ancak geçer. Evlerin kapıları dar ve karanlık, gri rengin hakim olduğu bir köy. Hollywood’un film platosunu andırıyor ama içerisinde insanlar yaşıyor. Çocuklar okula gidip geliyor ve daha fazlası…
Kafile kafile gelen turistler kaybolmak istese bile yapamaz, yollar hep bir merkeze çıkıyor. Dükkanlarda antika eşyalar satılıyor, hatta lokma bile var. Tek farkı kakaoya bandırılıp yeniyor. Zeytinyağlı yemeklerin her türlüsü mevcut. İştahın neyi alıyorsa yemende sınır yok…
Dönüş ne zaman?
18.00’dan önce limanda olmalısın çünkü kafana göre feribot seferi yok. Öncesinde yine pasaport kontrolü var. Ama bu sefer sıra daha az ve düzenli… Gemiler birer birer kıyıya yanaşıyor herkesin gözünde Çeşme limanına ilk girmek ve Free Shop’tan alışveriş yapmak. Mahşer nasıl olur provasını merak edenler varsa, Çeşme limanına davetliler!
Yine 45 dakikalık bir yolculuk ve kocaman kocaman insanların elinde bavullarla birbirini iterek bedava olduğunu sandığın içki, sigara, kozmetik ürünlere saldırmaları. Sen kardeşine bir çikolata babana bir içki hediye götürmek hayali varken, herkesin köprüden önceki son çıkış psikolojisinde olması seni korkutmasın. Artık Türkiye’desin kendine gel, rüya bitti…
Bu mücadeleyi de tamamladığın taktirde, Çeşme’nin İstanbul’u aratmayan trafiğine girmeye adaysın. Ayrıca aklında sorular… Sakız Adası yazısının başında 10 yıl önceki halimiz demiştim, acaba 10 yıl önceki zamanda mı kalsaydık. Ama bir kurtuluş var; yine de kafanı dinlemek için zaman makinesine binmekten daha kolay bir şey var. Sakız Adası’na gitmek…